Bolu Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece
Bolu Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece
Bolu Mutlu Son benim yaşımdaki öteki kızların da aynı bunalımlar içinde çırpınıp çırpınmadıklarını da hiç aklıma getirmezdim. Kendimi başkalarıyla kıyaslamak âdetim değildi hiç. Temmuz ortalarında, sıcakların boğucu, bunaltıcı bir yoğunlukla toplandığı günlerde dostlarımdan birinde kalıyorduk. Bir sabah dehşet içinde uyandım. Geceliğimi kirletmiştim. Hemen kalktım, yıka- dım; giyindim. Çamaşırlarımı yeniden pisledim. Madeleine’in üstü kapalı kehanetleri çoktan aklımdan çıkmıştı.
Ne gibi belalı bir hastalığa tutuldum acaba diye düşünüyordum. Endişeli ve biraz da kabahatluluk duygusuyla kıvranarak, utana sıkıla anneme açtım durumu. Annem “Artık büyük kız” olduğumu söyledi ve beni son derece rahatsız bir halde sarıp sarmaladı. Bu başıma gelenlerde benim bir suçum olmadığım anlayınca bayağı rahatladım.
Hatta, kendime yönelik tüm önemli olaylarda olduğu benzer biçimde, bu defa de belirli bir gurur duydum. Annem, bunu fısıl fısıl dostlarına anlatırken pek aldırmadım. Fakat o akşam, Rennes sokağındaki evimize döndüğümüzde, babam da, alaylı alaylı takılmaz mı bana, utancımdan yerin altına geçesim geldi. Kadın kısmının, bu yüzkarası gizi, erkeklerden sakladıklarını sanırdım. Babamın, beni hep tinsel bir varlık gaslıyle görmüş olduğune inanırdım. Böyle ansızın, beni bir tek sıradan bir organizma olarak görmesinden dehşete tutulmuştım. Bir daha babamın yüzüne bakamam diye düşünüyordum.
Bolu Mutlu Son dar bir boğaza girmiştim. Simaımın bakılacak hali kalmamıştı. Burnum kızarıyor, yüzüm ve ensem, habire koparıp durduğum sivilcelerle dolup taşıyordu, işten başını alamayan annem, giyim kuşamımla fazla ilgilenemiyordu. Üstümden düşen bu elbiseler, çirkinliğimi, biçimsizliğimi büsbütün açığa vuruyordu.
Bolu Mutlu Son
Bolu Mutlu Son vücudumda duyduğum utanç, beni saçma sapan saplantılara yöneltti. Örneğin, bir kere su içtiğim bardağa bir daha ağzımı değdirmez oldum. Bir sürü de tik peydahlamıştım. Boyuna omuzlarımı silkiyor, burnumu büzüştürüp çekiyordum. Babam boyuna “Sivilcelerini yolma, burnunu öyle büzme” deyip duruyordu. Hiçbir kötü niyeti yoktu; ama son derece düşüncesiz bir tutumla, ikide bir cildimin bozukluğundan, sivilcelerimden, hantallığımdan dem vurması, bunalımımı daha da artırıyor, üstelik babamın yapma dediği her şeyi daha da fazlasıyla oluşturmaya başlıyordum.
Babama iş kabul eden zengin akrabamız, çocuklarıyla çocuklarının arkadaşları için bir toplantı düzenlemiş, bir de manzum bir oyun hazırlamıştı. Kardeşim, bu gösteride sunulacak olanları anlatmakla göreve getirilmişti. Üzeri yıldız işlemeli mavi tül elbisesi, omuzlarına dökülen o güzelim saçlarıyla, Poupette hakikaten gecenin kraliçesi oldu.
Pierrot tahğındaki bir çocukla karşılıklı şiirsel bir giriş yaptıktan sonrasında, süslü püslü giysiler içinde platformda boy gösteren genç çiftleri maniler okuyarak tanıtmaya başladı. Ben de İspanyol kılığındaydım. Poupette şarkı söyleyip tempo tutarken elimdeki yelpazeyi sallaya sallaya bir aşağı bk yukarı gezinmem gerekiyordu. Poupette, şimdi aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir şeyler söylüyordu: Geliyor güzeller güzeli bir sinyorita Gözü yükseklerde, başı göklerde (iki kez yinelenecek) En güzel kızı Barselona’nın bütün ispanyolların gözünde (iki defa yinelenecek) Öle! Bir başladı mı çalmaya kastanyetleri Vurur ayaklarını, savrulur etekleri… Herkesin gözü üzerimde, yanaklarım al al olmuş, ne yapacağımı şaşırdım. Kısa bir süre sonra da, bir akrabamızın düğününe gittim. Lili teyzemin düğünündeki nedimelik görevi beni ne denli mutlu kılmış, halimden tavrımdan, giysilerimden ne denli hoşnut kalmışsam, bu sefer de tam aksi oldu.